“Yeter ki kamu-özel birlikte, Ar-Ge zihniyetiyle çalışabilsin”
Üner’in, afet gibi olağanüstü durumlarda, yazılım sektörünün ne tür katkılar sunduğu sorusuna cevaben Küçükpehlivan, kamu ve özel sektörün birlikte çalışmayı başardıklarında, çok güzel projelerin ortaya çıktığını söyledi: “Bizim mesela Orman Genel Müdürlüğü ile yaptığımız bir proje var. Yapay zeka ile ormanın yangın ihbarının aldığı andan itibaren, yangının olduğu konumda meteorolojiden gelen veriler, ormanın yaprak durumu, ağaç sıklığı, civardaki orman yollarının durumu, yangının büyüme durumuna bakarak yangının hangi yönde ilerleyeceği gibi hususları tahminleyen ve yangın müdahale ekiplerini yönlendiren bir sistem geliştirdik. Bu sistem sayesinde geçen yıl, birçok yangını çok hafif hasarla atlattık. Bunun gibi çok örnek var; yeter ki kamu ile özel sektör birlikte bir Ar-Ge zihniyetiyle çalışabilsin.”
Fiziksel olmayan göçler de oluştu
“Dünyada yazılım sektörünün genel görünümü nedir? Hangi ülkeler ön planda? sorusuna ilişkin Küçükpehlivan, şunları söyledi: “En başta gelen oyuncu tabi Amerika. Ardından Hindistan ciddi bir oyuncu diyebiliriz. Avrupa’da da Rusya bloğu yani Ukrayna, Polonya gibi. Yani bu son Rusya karmaşasından önce, pazarın ikinci ya da üçüncüsü onlardı diyebiliriz. Yazılım sektörü, dünyada her yıl yüzde 20-30 büyüyen bir sektör. Bizim büyüme hızımız, dünya büyüme hızına eşit. Ancak pandemi sonrası dünyadaki bu hızlı büyüme, bizim yazılımcılarımızı çekmeye başladı. Konya’da oturan bir mühendis, aniden Almanya’ya iş üretir hale geldi. Hem beyin göçü hem de fiziksel olmayan göçler de oluştu. Sektör bu açığı telafi etmeye çalışıyor.”
“Kamuda yabancı yazılım envanteri yerlileştirilmeli”
“Türkiye’nin en önemli sivil toplum kuruluşlarından TOBB’da da görev yapıyorsunuz. Kamudan ya da devletten hukuki altyapı konusunda talepleriniz oluyor mu? sorusuna ise Küçükpehlivan, uluslararası pazardaki referans ihtiyaçlarına dikkat çekti: “İç ekonomik altyapımızda, hukuken bazı sıkıntılarımız var. Burada TOBB şapkamı kullanmam lazım. Öncelikle yazılım sektöründe, yurtdışında yabancı bir kurum ya da şirkete bir ürün teklif ettiğimiz zaman, Türkiye’de nerede kullanıldığını soruyorlar. Dolayısıyla bizim ciddi bir referans ihtiyacımız var. Burada kamu vakıflarının oluşturduğu şirketlerin. ihalesiz iş alarak sektörün önünde durması, referansların da önünde durması gibi bir sorunumuz var. Örneğin Aselsan, Havelsan gibi şirketlerimiz, kendi alanlarının dışında işler yapar hale geldikleri için, sektör olarak o alanlardaki referanslara ulaşamaz hale geldik. Onlarda bu geliştirdikleri yazılımları, yurtdışında satabilecekleri bir sahip değiller. Dolayısıyla böyle bir sorunumuz var.’
Diğer yandan kamu kurumlarında kullanılan yabancı yazılım envanterinin, yerlileştirilmesi gereğine dikkat çeken Küçükpehlivan, Dijital Dönüşüm Ofisi’nin bu konuda önemli adımlar attığını belirtti: “Yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi bir açık kaynak mekanizması kurdu. Bu konuda teşekkür etmek lazım. Çok yeni bir inisiyatifle şimdi Türkiye’de üretilmiş bir muadili varsa, yabancısının alınmaması gibi bir girişim oluşturulmaya başlandı.”
Start-up ve teknoloji şirketlerine deprem vergisi
Start-up girişimlerinin çok ön planda olduğunu vurgulayan Üner’in, bu yüzden özellikle gençler hangi alanlarda, nereden başlamalı? sorusuna karşılık Küçükpehlivan şunları söyledi: Start-up ekosistemimiz epey iyiydi ancak son bir iki yıldır bazı yol kazaları ile sekteye uğradı. Çok iyi kurulan Start-up sayımız vardı ve iyi yatırım alıyorduk. Fakat deprem sonrası (bir hata olduğunu düşündüğüm) sadece Start-upların ve teknoloji şirketlerinin özelinde bir deprem vergisi çıktı. Halbuki çok rahat bir şekilde genelden alınabilirdi. Yabancı yatırımcılardan yüzde 10 emisyon pirimi alındı. Yabancı yatırımcı bir Start-upa bir milyon dolar verip, işini büyüt dediği anda, kasada duran bir milyon doların 100 bin dolarını, devlet deprem vergisi olarak aldı. Bu yüzden epey bir Start-upımız merkezini yurtdışına taşıdı. Bu durumun düzeltilmesi lazım. Böyle bir uygulamanın bir daha olmayacağı konusunda sistemin güven duygusuna ulaştırılması lazım.”
Betona değil genç girişimciye yatırım
Öte yandan Start-upları büyütmek için çok iyi ekosistemlerin olduğunu kaydeden Küçükpehlivan, Bilgiyi Ticarileştirme Merkezi örneğini verdi: “Mesela en iyi bildiğim ve içinde de mentör olarak bulunduğum İstanbul Ticaret Odası’nın BTM diye bir organizasyonu var. Bilgiyi Ticarileştirme Merkezi. Herhangi bir maddi beklenti olmadan, hem eğitimler hem desteler hem de danışmanlıklar gibi verilen bir altyapı var. Bunu ticari olarak yapan pek çok teknokentte özel girişimlerde mevcut. Dolayısıyla Türkiye’de Start-up ekosisteminde oyuncular oturmuş durumda. Tek sorunumuz, orada hala inşaata para yatırılınca, Start-uptan daha fazla para kazanılması gibi bir durum söz konusu. 5-10 tane ev alan kişilerin, üçüncü beşinci tapularına sağlam vergi getirilmesini devletimizden bekliyoruz. Böyle bir durumda betona depolanacak paranın, aslında genç beyinlerimize-girişimcilerimize ve ekonomimize yansıtılması mümkün. Geliştirdiğimiz bir yazılımı, çarpanı çok daha yüksek olacak şekilde bin kere, on bin kere satabiliriz.”
“Bizde yaratıcı zeka daha fazla”
Orta ve ileri teknoloji ihracatımızın son birkaç yılda oransal olarak iyileştiğini söyleyen Küçükpehlivan, bu durumun artarak devamı içinse, yabancı dil eğitiminin önemine dikkat çekti: “Bizden çok daha iyi yol almış rakip ülkeler var. Hindistan, Güney Kore yakalayabileceğimiz seviyeleri geçti. Vietnam bile bizim önümüzde büyüme oranları yakalıyor. Bununda temelinde ciddi bir eğitim yatırımı var. Mesela Macaristan yaklaşık 10 yıl önce çok ciddi bir İngilizce eğitim atağı yaptı. Sokakta 20 yaşında bir Macarla konuştuğunuzda, bir Fransız sokağından daha fazla İngilizce iletişim kurulabilir hale geldi. Ülkemizin de böyle bir atağa ihtiyacı var. Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde İngilizce konusunda daha ileride olsalar da bizde yaratıcı zeka daha fazla. Onlar daha çok emir komuta şeklinde çalışırlar. Bizde çalışan inisiyatif alabilir; söylenmeyen şeyin arkasında görebildiği şeyi de masaya getirir.”
“Yazılımın getirisi henüz tam algılanmıyor”
Türkiye’de üretimde temel yapıyı KOBİ’lerin oluşturduğunu belirten Üner, özellikle KOBİ’lerin yazılım sektörüne bakış açıları hakkında neler söylersiniz? sorusuna ise Küçükpehlivan şu cevabı verdi: “Maalesef hala çok nitelikli olduğunu söyleyemeyiz. Yüzde 10 kapasite ile kullanmasa da, 1 milyon euroluk makine alan bir iş adamına, 100 bin dolara bir yazılım teklif ettiğinizde, bu teklifin gerçek değeri henüz tam algılanamıyor. Zamanla iyi örneklerinde ortaya çıkmasıyla, bu algının değişeceğini; kamunun yazılım sektörüne yapacağı pozitif ayrımcılık sayesinde, özel sektöre de bu algının bulaşacağını düşünüyorum.”
Büyükşehirler dışında da potansiyel yüksek
Bilişim girişimciliği için çok büyük sermayeye gerek olmadığını ancak yeterli insan sermayesine ihtiyaç olduğunu kaydeden Küçükpehlivan, bu insan sermayesinin de genç, sorgulayan, dikkatli gözlem yapabilen niteliklere sahip olması gerektiğini belirti: “Bugün Ordu’ya da Sivas’a da gitseniz, nitelikli bir girişimci ekosistemi ile karşılayabilirsiniz. Bu durum aynı zamanda büyükşehirlerimizdeki yoğunlaşmanın da önüne geçebilecek, sihirli formüllerden birisi olabilir.”
“Devlet üniversitelerinde kaynak sıkıntısı yaşanıyor”
Son zamanlarda üniversite tercihlerinde, yazılım ve bilgisayar mühendisliğinin revaçta olduğuna dikkat çeken Üner, üniversiteler altyapı açısından yeterli mi? şeklindeki sorusuna Küçükpehlivan, özellikle devlet üniversitelerinde kaynak sıkıntısı yaşandığının altını çizdi. Birçok bilgisayar mühendisliği bölümünde, laboratuvarların çok eski olduğunu belirten Küçükpehlivan, bu konuda ciddi bir gözden geçirmeye ve kaynak planlamasına özel önem gösterilmesi ihtiyacını dile getirdi: “Açılan üniversite sayısından çok, yetiştirilen öğrencinin kalitesi bizi daha çok bağlıyor. Almanya bizimle yaklaşık aynı nüfusa sahip ama üniversite öğrenci sayısı bizim üçte birimiz kadar. Dolayısıyla öğrenci başına yapılan harcama açısından bakacak olursak, çok kötü bir durumdayız. Özellikle OECD ülkeleri içinde, devletin yaptığı yatırımın özel yani ailelerin yaptığı yatırım oranına baktığımızda bire beş gibi kötü bir durumdayız. Aileler çocuklarının eğitimine çok ciddi paralar ayırırken, bunun önemli bir kısmının devlet tarafından yapılmasında fayda var.”